Friedrich Nietzsche – Böyle Buyurdu Zerdüşt

/

Gece, çoğu vakit sessizliğin ve yalnızlığın temsilidir. Kim bilir, dünyamızı aydınlatan nice öykü, nice şiir karanlıkta yazılmıştır. Nietzsche, “Geceleri uyumayanların yolundan çekilin.” der ve gülümsetir.

Çevirmen: Mustafa Tüzel, Türkiye İş Bankası Yayınları, s.183-186

Yurda Dönüş

Ey yalnızlık! Ey yurdum yalnızlık! O kadar uzun süre yabani yaşadım ki yaban ellerde, sana dönerken gözyaşı dökmemek mümkün değil!

Hadi tehdit et beni parmağınla annelerin tehdit edişi gibi, hadi gülümse bana annelerin gülümseyişi gibi, hadi de ki: “ Kimdi o, bir zamanlar bir fırtına gibi esip uzaklaşan benden?

-Kimdi ayrılırken şöyle seslenen: Uzun süre oturdum yalnızlıkta, unuttum susmayı! Bunu  iyice öğrendin mi şimdi?

Ey Zerdüşt, her şeyi biliyorum: çoğunluğun içinde bir başına, benim yanımda olduğundan daha terk  edilmiş olduğunu da!

Terk edilmişlik başkadır, yalnızlık başka: Bunu öğrendin şimdi sen! Ve insanların arasında her zaman yabanıl ve yabancı olacağını da:

-Yabanil ve yabancı olacaksın seni sevseler bile: çünkü her şeyden önce esirgenmek isterler!

Ama burada yurdunda ve evindesin; burada her şeyi söyleyebilir ve bütün sebepleri döküp sayabilirsin, hiçbir şey gizli, inatçı duygulardan utanmaz burada.

Burada her şey sevgiyle yaklaşır konuşmana ve şımartır seni; çünkü senin sırtına binmek isterler. Her türlü benzetmenin sırtında koşturursun burada her türlü hakikate.

Dosdoğru ve dobra dobra konuşabilirsin burada her şeyle: ve sahiden, nasıl da övgü gibi gelir kulaklarına birinin her şeyle doğru konuşması!

Oysa terk edilmiş olmak başka bir şeydir. Çünkü hatırlıyor musun, ey Zerdüşt? Bir zamanlar kuşun senin üzerinde haykırdığında, sen ormanda bir cesedin yanında, nereye gideceğine karar verememiş, durduğunda:

-‘Hayvanlarım yol göstersin bana! İnsanların arasında daha tehlikede olduğumu gördüm, hayvanların arasında olduğumdan,’ dediğinde.

–İşte buydu  terk edilmişlik!

Ve anımsıyor musun hâlâ, ey Zerdüşt? Sen kendi adanda otururken, boş kovaların arasında bir şarap pınarı olarak, veren ve dağıtan, susamışlara armağan ve ikram eden:

-Sonunda içmişlerin arasında tek başına susamış olarak oturduğunda ve geceleyin ‘Almak vermekten daha kutlu değil midir? Ve çalmak almaktan daha kutlu?’ diye yakındığında.

–işte buydu  terk edilmişlik!

Ve anımsıyor musun hâlâ, ey Zerdüşt? En sessiz saatin geldiğinde ve seni kendinden alıp götürdüğünde, uğursuz bir fısıltıyla, ‘Konuş ve kırıl!’ dediğinde

-en sessiz saatin bekleyişini ve suskunluğunu bir ıstıraba dö-nüştürdüğünde ve alçakgönüllü cesaretini kırdığında: işte buydu  terk edilmişlik!”

Ey yalnızlık! Ey yurdum yalnızlık! Nasıl da mutlu ve narin konuşuyor sesin benimle!

Birbirimizi sorgulamayız, birbirimize yakınmayız, birbirimize açığız ve birlikte geçeriz açık kapılardan.

Çünkü açıktır sende hava ve aydınlıktır; ve saatler bile daha tez ayaklarla koşar burada. Çünkü daha zordur zamanı taşımak karanlıkta.

Burada varlığın tüm sözleri ve sözcük kutuları açılıyor bana: varlığın tümü sözcüğe dönüşmek ister burada, tüm oluş burada benden konuşmayı öğrenmek ister.

Ama aşağıda orada her şey konuşur, her şey duymazdan gelinir. Kişi bilgeliğini çanlarla duyurabilir; çan sesleri pazaryerindeki tüccarların metelik seslerinde boğulacaktır!

Her şey konuşur onlarda, hiç kimse bilmez artık dinlemeyi. Her şey suya düşer, hiçbir şey düşmez artık derin kuyulara.

Her şey konuşur onlarda, hiçbir şey gelişmez, sona ermez. Her şey gıdaklar, ama kim hâlâ yuvada oturup da kuluçkaya yatmak ister yumurtalara?

Her şey konuşur onlarda, her şeyin cılkı çıkarılır konuşa konuşa. Ve her ne varsa daha dün, zaman ve zamanın dişleri için henüz sert olan; sarkar bugün kazınmış ve kemirilmiş bir halde bugünkülerin dişlerinin arasından.

Her şey konuşur onlarda, her şey ifşa edilir. Ve bir zamanlar derin ruhların sırrı ve gizli saklısı olduğu söylenen, bugün sokak çığırtkanlarının ve başka kelebeklerin dilinde.

Ey insani varlık, sen tuhaf şey! Sen karanlık sokaklardaki gürültü! Şimdi yine arkamda kaldın: en büyük tehlikem arkamda kaldı!

Esirgemek ve acımaktı her zaman en büyük tehlike bana; ve her türlü insani varlık da esirgenmek ve acınmak ister.

Saklanmış hakikatlerle, çılgın ellerle, çılgın bir yürekle ve bol bol küçük merhamet yalanıyla: böyle yaşadım insanların arasında.

Kılık değiştirip oturdum aralarında, onlara katlanayım diye, kendimi yanlış anlamaya hazır ve, “Seni deli, insanları tanımıyorsun!” diye kendimle konuşmayı seve seve kabullenerek.

Kişi insanların arasında yaşadığında unutuyor insanları: çok fazla ön yüz vardır tüm insanlarda, ne işi var orada uzağı gören, uzağa tutkulu gözlerin!

Ve yanlış tanıdıklarında beni: çılgınlık bu ya, kendimden çok esirgerdim onları: kendime karşı sert olmaya alışkın, hatta çoğu zaman bu esirgemenin intikamını da kendimden alarak.

Zehirli sinekler tarafından sokularak ve sayısız kötülük damlasıyla taşlar gibi oyularak oturdum onların arasında: “Küçük olan hiçbir şeyin kendi suçu değildir küçük olmak!” dedim bir de kendime.

Kendilerine “iyiler” diyenlerin en zehirli sinekler olduklarını gördüm; tüm masumiyetleriyle sokar, tüm masumiyetleriyle yalan söylerler; nasıl başarabilirler ki bana karşı adil olmaya!

İyilerin arasında yaşayana merhamet öğretir yalan söylemeyi. Merhamet tüm özgür ruhları boğucu bir havayla sarar. Akıl sır ermez iyilerin budalalığına.

Kendimi ve zenginliğimi gizlemek işte bunu  öğrendim orada, aşağıda: çünkü tinin de hâlâ yoksul olduğunu gördüm orada. Buydu benim merhametimin yalanı, herkeste bildiğim

-gözle görmüş ve kokusunu almıştım her birinde, ne kadar tinin yeterli  ve ne kadar tinin fazla olduğunu!

Onların uyuşuk bilgelerine: bilge dedim, uyuşuk değil, -sözcükleri yutmayı öğrendim böylelikle. Onların mezar kazıcılarına: araştırmacılar ve sınamacılar dedim sözcükleri birbiriyle değiştirmeyi öğrendim böylelikle.

Mezar kazıcılar hastalık kazarlar kendilerine. Kötü kokular gizlenir eski molozların altında. Bataklığı karıştırmamalı. Dağlarda yaşamalı.

Mutlu burun deliklerimle soluyorum dağın özgürlüğünü yeniden! Kurtuldu burnum sonunda tüm insani varlıkların kokusundan!

Köpüklü şaraplar gibi sert esintilerle gıdıklanarak hapşırıyor  gönlüm  hapşırıyor ve kutluyor kendini: “Sağlıklı yaşa!”

Böyle söyledi Zerdüşt.

 

Bu pasaj, Türkiye İş Bankası Yayınları’nın Friedrich Nietzsche – Böyle Söyledi Zerdüşt kitabından alıntıdır.

Bir Cevap Yazın

Your email address will not be published.

*